"Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis, Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön." (Fecr Suresi, 27-28)
Kuran'da bildirildiğine göre,
nefsin iki ayrı yönü olduğunu, bir kısmının "heva"dan, yani Allah'ın
yolundan alıkoyan bencil tutku ve hırslardan oluştuğunu biliyoruz.
Nefsin öteki kısmı ise, insanı Allah'a ve dinin içerdiği doğrulara
yöneltir, nefsin içindeki "fücur"dan sakınmasını sağlar. Nefsin bu
kısmı, vicdandır.
Secde Suresi'nde Allah'ın insana kendi ruhundan "üflediği" şöyle haber verilir:
"Ki O, yarattığı
herşeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır.
Sonra onun soyunu bir özden (sülale'den), basbayağı bir sudan yapmıştır.
Sonra onu 'düzeltip bir biçime soktu' ve ona ruhundan üfledi..." (Secde Suresi, 7-9)
İşte insanın sahip olduğu tüm
vasıflar, Allah'ın kendisine üflemiş olduğu "ruhtan" kaynaklanmaktadır.
İnsan, eğer nefsin istek ve tutkularına göre değil de ve vicdanını
kullanarak hareket ederse Allah'ın beğendiği sıfatları üstünde taşımaya
başlar. Allah sonsuz merhametlidir; dolayısıyla O'na teslim olan bir
mümin de merhamet sahibidir. Allah sonsuz akıl sahibidir; O'na kulluk
eden bir mümin de üstün bir akla sahip olur. İnsan Allah'a ne kadar
yakınlaşır, O'na ne kadar teslim olursa, Rabbimizin ahlakıyla daha çok
ahlaklanır ve "yaratılmışların en hayırlısı" (Beyyine Suresi, 7) olur.
Daha önce de belirttiğimiz gibi
nefsin içinde, insanı daima kötülüğe çağıran hevaya karşın, onu daima
iyiliğe çağıran bir vicdan da vardır. Dolayısıyla insan, içinde,
kendisini sürekli olarak doğruya çağıran şaşmaz bir pusulaya sahiptir.
Şems Suresi'nde haber verildiği
üzere, Allah insana "nefsinin fücurundan sakınmayı" ilham etmektedir.
Bu ilham, vicdandır. Dolayısıyla vicdan, bir anlamda Allah'ın sesidir.
İnsan sürekli olarak bu sese kulak verdiği ve Kuran'da gösterilen temel
prensipleri tam olarak özümsediği takdirde, sürekli olarak doğru yolda
ilerleyecektir. Zaten Kuran'ın tüm hükümleri, insanın içindeki vicdanın
gereklerine göre belirlenmiştir. Rum Suresi'ndeki iki ayette, bu konuda
şöyle buyrulmaktadır:
"Hayır, zulmedenler,
hiçbir bilgiye dayanmaksızın kendi heva (istek ve tutku)larına
uymuşlardır. Allah'ın saptırdığını kim hidayete erdirebilir? Onların
hiçbir yardımcıları yoktur. Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir
hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun
üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur.
İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler." (Rum Suresi, 29-30)
Ayetlere göre, inkar edenler
nefislerinin fücuruna, yani hevalarına uyarak sapmışlardır. Buna karşın
müminlerin yapması gereken, vicdanlarını kullanarak Allah'ın insanlara
vahiy yoluyla ulaştırdığı dine uymaktır.
Kuran'da bildirilen vicdanın
günlük hayatta uygulanması, toplumda yerleşik olan "vicdan" kavramından
oldukça farklıdır. Toplumun vicdan anlayışı, yolda rastlanan bir fakire
sadaka vermek ya da hayvanlara sevgi göstermek gibi son derece yüzeysel
örneklerle sınırlıdır. Oysa müminin vicdanı, Kuran'ın tüm emirlerinin ve
tavsiyelerinin yerine getirilmesini gerektirir. Hatta Kuran'da genel
hatlarıyla çizilen pek çok tavır, akıl yoluyla bulunur ve vicdan yoluyla
uygulanır.
Örneğin Allah Kuran'da
müminlere mütevazi olmalarını emretmektedir. Ancak bu tevazunun nasıl
uygulanacağını, hareketlere nasıl yansıtılacağını mümin aklıyla bulur.
Aklıyla bulduğu bu tavırları uygulamasını sağlayan güç ise, vicdandır.
Mümin günlük hayatta sürekli
olarak birkaç seçenek arasında seçim yapmak durumunda kalır.
Karşılaştığı seçenekler içinde, Allah'ın rızasına en uygun olanını,
dinin menfaatlerine en yararlı olanını seçmekle yükümlüdür. Bu seçimi
yaparken Kuran'ın doğrultusunda hareket etmeli ve vicdanının hakemliğine
başvurmalıdır. Çoğunlukla, muhatap olduğu seçenekler karşısında vicdanı
ilk olarak devreye girer ve hangi seçeneğin Allah'ın rızasına daha
uygun olacağını ona söyler. Ancak ikinci aşamada hevası da devreye
girecek ve onu diğer alternatiflere yöneltmeye çalışacaktır. Bunun için
de genellikle insana mazeretler fısıldar. Kuran'da nefsin öne sürdüğü bu
"mazeret"lere sık sık dikkat çekilmektedir.
Mümin, nefsinin fısıldadığı tüm
mazeret ve bahanelere kulaklarını tıkamalı ve vicdanının kendisine
gösterdiği ilk doğruyu uygulamalıdır. Kuran'da müminlerin vicdanına dair
verilen örnekler, insanı bu konuda düşünmeye yöneltmelidir. Bir ayette,
Peygamberimiz döneminde savaşa çıkamadıkları için gözlerinden yaşlar
süzülen müminlerden şöyle söz edilir:
Allah'a ve elçisine
karşı 'içten bağlı kalıp hayra çağıranlar' oldukları sürece,
güçsüz-zayıflara, hastalara ve infak etmek için bir şey bulamayanlara
bir sorumluluk (günah) yoktur. İyilik edenlerin aleyhinde de bir yol
yoktur. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. Bir de (savaşa
katılabilecekleri bir bineğe) bindirmen için sana her gelişlerinde "Sizi
bindirecek bir şey bulamıyorum" dediğin ve infak edecek bir şey
bulamayıp hüzünlerinden dolayı gözlerinden yaşlar boşana boşana geri
dönenler üzerinde de (sorumluluk) yoktur. (Tevbe Suresi, 91-92)
Peygamber Efendimizin yaşadığı
dönem düşünüldüğünde savaşa çıkmanın görünüşte, son derece tehlikeli
olduğu hatırlanacaktır. Ancak buna karşın müminler Allah yolunda
savaşmak için büyük bir istek duymaktadırlar. Sahabeler ölüme ya da
yaralanmaya gittiklerini bilerek savaşmak istemektedirler. Bu ayetlerde
haber verilen davranışlar, Kuran'da kastedilen vicdanın
örneklerindendir.
KARDEŞLİK VE BERABERLİK
Önem taşıyan bir diğer mümin
vasfı da, tesanüd (kardeşlik, dayanışma, birliktelik)tür. Kuran'da
hükmedildiği üzere, tüm müminler birbirlerinin kardeşidirler. Aynı yola
başkoymuş, aynı kitaba tabi olmuş, aynı hedefe sahip, aynı duyguları
taşıyan insanlardır. Dolayısıyla aralarında büyük bir sevgi ve dayanışma
bulunur. Allah, bu durumu şöyle tarif etmektedir:
Şüphesiz Allah, kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever. (Saff Suresi, 4)
Üstteki ayette tarif edilen
tesanüd ruhu içinde Allah yolunda bulunmak kesin bir emirdir. Başka bir
ayette şöyle buyrulmaktadır:
Allah'ın ipine hepiniz
sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzenizdeki
nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını
uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak
sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi
kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini
böyle açıklar. (Al-i İmran Suresi, 103)
Müminler güzel ahlaklıdırlar,
mütevazidirler, sevgi ve saygı doludurlar. Bu yüzden de tesanüd müminler
arasında doğal bir şekilde oluşur. Ancak bu konuda yine de dikkat
edilmesi gereken yönler vardır. Çünkü müminlerin yapabileceği bazı
hatalar, bu tesanüdün zedelenmesine ve müminlerin arasında bir anlık da
olsa soğukluk yaşanmasına neden olabilir.
Bu yanlış hareketlerin nedeni,
müminlerin davranışlarını gaflet anlarında kontrol altına alan nefstir.
Mümin fedakar, hoşgörülü ve sıcaktır ama herkeste nefs bulunur ve insan
dikkat etmezse bazen kontrolü nefs eline alır. Kıskanç, bencil ve hırslı
olan nefsin kontrolü eline alması ise, bu kötü hislerin mümine etki
etmesi demektir. İşte bu yüzden Allah Kuran'da, müminleri tesanüd
konusunda son derece dikkatli olmaları için uyarmaktadır. Madem şeytanın
insandaki tezahürü olan nefs, insanı yanıltabilmektedir, öyleyse
karşıdaki müminin nefsini harekete geçirecek bir üslup kesinlikle
kullanılmamalıdır. Nitekim Allah bir ayetinde şöyle emretmektedir:
Kullarıma, sözün en
güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp
bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır. (İsra Suresi, 53)
Ayette bildirilen gerçek son
derece önemlidir. Birincisi, müminlerin birbirlerine karşı sürekli olan
en güzel hitap şeklini (yalnızca güzel değil, "en güzel") kullanmaları
emredilmektedir. İkincisi, şeytanın bir özelliği açığa vurulmaktadır:
Şeytan, insanların ve özellikle de müminlerin arasını bozmak için
uğraşmaktadır.
Şeytanın ve nefsin müminlerin
arasındaki tesanüdü bozmak için en çok başvurduğu yol, rekabet
duygusudur. Eğer mümin gaflet halinde olursa, makam, mevki gibi
konularda rekabet hissine kapılıp kardeşlerini geçmeye, kendini onlardan
daha ön plana çıkarmaya çalışabilir. Aynı şekilde kendisinden daha ön
plandaki bir kardeşine karşı kıskançlık hissedebilir. Aslında gaflet
halinde yapılan bu hareket, gerçekte Allah'a isyan anlamına gelmektedir.
Çünkü, "Yoksa onlar, Allah'ın kendi fazlından insanlara verdiklerini mi kıskanıyorlar?..."
(Nisa Suresi, 54) ayetine göre, insanlara verilmiş olan nimetler
Allah'tandır ve bunları kıskanmak Allah'ın takdirine karşı gelmek
anlamına gelir. Bu nedenle müminlerin kıskançlık gibi bir tavırdan
kesinlikle uzak durmaları gerekmektedir. Bu hem Allah'ın rızasına
muhalif bir harekettir hem de ayetin hükmüne göre, müminlerin gücünün
azalmasına neden olur:
Allah'a ve Resûlüne
itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız,
gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. (Enfal Suresi, 46)
Bu nedenle mümin, kesinlikle
kardeşleri ile arasında bir çekişme, rekabet ortamı oluşmasına engel
olmalıdır. Hem kendisi kıskançlık gibi çirkin bir duyguya kapılmamalı,
hem de sahip olduğu özellikleri ön plana çıkartarak kardeşlerinin
nefsindeki kıskançlık damarını tahrik etmemelidir. Olabildiğince
mütevazi, alçak gönüllü olmak, rekabet tehlikesini yok eder. Kuran'da bu
konuda verilen bir diğer kıstas ise, kardeşlerinin nefsini kendi
nefsine üstün tutmak, yani her durumda fedakar davranmak ve bundan zevk
almaktır. Kuran'da bu kıstas şöyle tarif edilir:
Kendilerinden önce o
yurdu (Medine'yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise,
hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde
bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa
bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin 'cimri
ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş)
bulanlardır. (Haşr Suresi, 9)
Kıskançlık, rekabet, darılma
inananlar arasında birliğin ve kardeşliğin önündeki en önemli
engellerdendir. Hırs sonucu müminler arasında doğabilecek herhangi bir
rekabet, müminlerin birbirine olan sevgisini azaltır. Bu tür bir Kuran
dışı hareket, onların ruhlarına büyük zarar verir ve manevi yönden büyük
bir gerilemeye yol açar.
Oysa inananlar için sonsuz bir
sevap kaynağı mevcutken birbirlerinin önünü tıkayıp, haksız rekabet ve
kıskançlıklarla vakit geçirmenin hiçbir anlamı yoktur. Eğer hedef Allah
rızası olursa, herhangi bir rekabet olmaz. Çünkü herkes bir diğerinin
önünü kesmeden Allah rızası için hizmet edebilir, sevap toplayabilir. Bu
nedenle müminler, birbirlerinin yardımcısı ve destekçisi olduklarını
unutmamalı ve kardeşlerinin başarılarını kendi başarılarıymış gibi
görebilmelidirler. Bu son derece önemlidir.
Kuran'da müminlerin arasındaki
tesanüt ile ilgili çok sayıda ayet vardır. Bir ayette, müminlerin diğer
müminlerle tesanüdlerinin artması için ettikleri bir dua şöyle haber
verilir:
Bir de onlardan sonra
gelenler, derler ki: "Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan
kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde iman edenlere karşı bir kin
bırakma. Rabbimiz, gerçekten Sen, çok şefkatlisin, çok esirgeyicisin." (Haşr Suresi, 10)
Müminlerin arasında bir çekişme
ya da kırgınlık yaşanması, tüm mücadeleye zarar verir. Böyle bir
hareket, müminlerin gücünü azaltırken, inkarcıları da güçlendirir.
Nitekim bir Kuran ayetinde, müminlerin birbirlerinin velileri (dost ve
koruyucuları) olmadıkları takdirde, fitne çıkacağı şöyle haber
verilmektedir:
İnkar edenler
birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım
etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk
(fesat) olur. (Enfal Suresi, 73)
Tesanütle ilgili açık hükümlerden bazıları şöyledir:
Kendilerine apaçık
belgeler geldikten sonra, parçalanıp ayrılan ve anlaşmazlığa düşenler
gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azap vardır. (Al-i İmran Suresi, 105)
Sana
savaş-ganimetlerini sorarlar. De ki: "Ganimetler Allah'ın ve Resûlündür.
Buna göre, eğer mü'min iseniz Allah'tan korkup-sakının, aranızı
düzeltin ve Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin." (Enfal Suresi, 1)
Gerçek şu ki, dinlerini
parça parça edip kendileri de gruplaşanlar, sen hiçbir şeyde onlardan
değilsin. Onların işi ancak Allah'adır. Sonra O, işlemekte olduklarını
kendilerine haber verecektir. (Enam Suresi, 159)
Müminler diğer müminlere karşı
son derece merhametli ve alçakgönüllü olmakla yükümlüdürler. Aksi bir
tavır kesinlikle mümin tavrı değildir. Kibir, kıskançlık, çekememezlik
müminlerin değil, inkarcıların özelliğidir. Bu nedenle bir mümin nefsi
yüzünden böyle bir rezilliğe düşmüş olsa bile hemen kendini toparlamalı,
Allah'a sığınmalı ve gerçek mümin tavrını göstermelidir. Aksi bir
davranış gösterdiğinde aşağıdaki ayetin hükmüne girmekten sakınmalıdır:
Ey iman edenler,
içinizden kim dininden geri döner (irtidat eder)se, Allah (yerine)
Kendisinin onları sevdiği, onların da Kendisini sevdiği müminlere karşı
alçak gönüllü, kafirlere karşı ise 'güçlü ve onurlu' Allah yolunda cehd
eden (çaba harcayan) ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk
getirir. Bu, Allah'ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah
(rahmetiyle) geniş olandır, bilendir. (Maide Suresi, 54)
TARTIŞMAMAK-ÇEKİŞMEMEK
Müminlerin inkarcılar karşısındaki başarılarının sırlarından biri, aralarındaki sıcak kardeşlik ve dayanışmadır. Kuran'da, "Şüphesiz Allah, kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever" (Saff Suresi, 4) ayeti ile bu birlik ve dayanışmanın önemi vurgulanmaktadır.
Dolayısıyla bu birlik ve
dayanışmayı zedeleyecek, müminlerin arasını açacak her türlü söz ya da
davranış, doğrudan dine karşı bir tavır olur. Nitekim Allah Kuran'da
müminleri bu tehlikeye karşı şöyle uyarmıştır:
Allah'a ve Resulü'ne
itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız,
gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. (Enfal Suresi, 46)
Salih bir mümin, böyle bir
tartışma ve çekişmeye yer vermemek için azami dikkat göstermelidir.
Daima diğer mümin kardeşlerini incitebilecek söz ve davranışlardan
özenle kaçınmalı, aksine aradaki sevgi ve güveni daha da artıracak
tavırlar sergilemelidir. Kuran'da bu konuda şöyle hüküm verilmektedir:
Kullarıma, sözün en
güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp
bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır. (İsra Suresi, 53)
Mümin bir başka mümin kardeşi
ile farklı bir fikirde olduğu zaman, mümkün olduğunca alttan alıcı,
mütevazi ve saygılı bir üslup kullanmalı ve böylece iki farklı fikrin
meşru olan "istişare" boyutunda kalmasını ve asla "tartışma" boyutuna
girmemesini sağlamalıdır. Diğer iki kardeşi arasında tatsız bir olay
olduğunda ise, "Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse
kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah'tan korkup-sakının;
umulur ki esirgenirsiniz" (Hucurat Suresi, 10) ayetindeki hüküm
uyarınca uygun bir üslupla kardeşlerinin arasını bulmalıdır.
Unutulmamalıdır ki, müminler arasındaki en ufak bir sürtüşme, Allah'ın
hoşnut olmayacağı bir tavırdır.
KURAN OKUNURKEN ŞEYTANDAN ALLAH'A SIĞINMAK
Kuran, Allah'ın insanlara yol
gösterici olarak indirdiği İlahi kelamdır. Ancak burada çok önemli bir
nokta vardır. Kuran, müminlerin hidayetini artırırken, inkarcıların
inkarını ortaya çıkarır. Bir ayette, Kuran'ın bu özelliği şöyle
açıklanır:
Sana Kitabı indiren
O'dur. O'ndan, Kitabın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem'dir;
diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne
çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına
uyarlar. Oysa onun tevilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde
derinleşenler ise: "Biz ona inandık, tümü Rabbimizin katındandır"
derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez. (Al-i İmran Suresi, 7)
Ayette de bildirildiği gibi
müminler Kuran ayetlerini okumakla imanlarını ve Allah'a olan
teslimiyetlerini artırırlar. Ancak inkarcılar aynı ayetleri okusalar da
ayetlerdeki hikmetleri kavrayamazlar. Nitekim yukarıdaki ayette de
bildirildiği gibi Kuran'ın bazı ayetleri, "kalplerinde kayma olanlar"ın
sapıklığını ortaya çıkarmak gibi bir özellik de taşımaktadır. İşte bu
nedenle, Allah, Kuran okumadan önce şeytanın etkisinden Allah'a
sığınmayı emretmektedir. Allah ayette şöyle emreder:
... Kur'an okuduğun zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın. (Nahl Suresi, 98)
Allah'ın müminlere emrettiği bu
ibadet, şeytanın varlığını ve faaliyetlerini hatırlatması açısından
önemlidir. Gerçekten de şeytan, asla görevini terk etmez ve insanlara
sağlarından, sollarından, önlerinden ve arkalarından yanaşarak onlara
vesvese vermeye çalışır. Allah'ın doğru yoluna oturarak onları bu yoldan
saptırmayı hedefler. Şeytanın bu faaliyetlerini ve taktiklerini Allah
bize Kuran'da birçok ayette bildirmektedir. Dolayısıyla cennetten
kınanmış ve kovulmuş olarak indirilen şeytanın hilelerinden, bunları
bize Kuran aracılığıyla öğreten ve onlardan sakınma yollarını gösteren
Allah'ın yol göstermesi sayesinde kurtuluruz. İbrahim Suresi 22.
ayetinde de belirtildiği gibi, "Şeytanın inanan kullar üzerinde hiçbir
zorlayıcı gücü yoktur." Bunun sırrı, inanan kulların yol gösterici
olarak Kuran'ı kabul etmesi ve "kovulmuş şeytan"dan Allah'a sığınarak
onu okumasıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder