İnsanın Kuran ahlakını hakkıyla
yaşayabilmesi için, cahiliye toplumunun tüm ön yargılarından, batıl
inanışlarından ve değer yargılarından tamamen kopması gerekmektedir.
Terk edilmesi gereken kavramların başında da, cahiliyenin sevgi anlayışı
gelir.
Cahiliyede sevgi menfaat
üzerine kuruludur. İnsan bir diğer insanı kendisine menfaat sağladığı,
kendisine baktığı ya da en azından iyi davrandığı için sever. Sevginin
bir diğer ölçüsü ise kan bağıdır; insanlar kendi ailelerinden,
sülalelerinden, "aşiret"lerinden hatta kimi zaman milletlerinden olan
başka insanları sırf aralarındaki kan bağı nedeniyle severler.
Oysa mümin için sevginin
kıstası bunlar değildir. Çünkü o, herşeyden fazla olarak Allah'ı
sevmektedir. Bu, Kuran'da şöyle açıklanır:
İnsanlar içinde,
Allah'tan başkasını 'eş ve ortak' tutanlar vardır ki, onlar (bunları),
Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah'a olan sevgileri
daha güçlüdür... (Bakara Suresi, 165)
Allah'ı herşeyin üstünde tutan
mümin, diğer insanları da Allah'a olan yakınlıklarına göre sever ya da
Allah'a olan nankörlüklerine göre onlardan uzaklaşır. Allah'a nankörlük
eden, O'nun dinine düşman olan insanlar kendisine çok yakın olsalar da
hiçbir şey değişmez. Kuran'da müminlerin bu vasfı şöyle anlatılır:
Allah'a ve ahiret
gününe iman eden hiçbir kavim (topluluk) bulamazsın ki, Allah'a ve
elçisine başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş
olsunlar; bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri,
isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki,
(Allah) kalplerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile
desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır;
orda süresiz olarak kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da
O'ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah'ın fırkasıdır. Dikkat edin;
şüphesiz Allah'ın fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip
kurtuluş) bulanların ta kendileridir. (Mücadele Suresi, 22)
İnkarcılara karşı az da olsa
sevgi beslemek ise, Allah'ın rızasına aykırı bir harekettir ve asla
mümine yakışmaz. Kuran'da, bu konuda müminler şu şekilde
uyarılmaktadırlar:
Ey iman edenler, Benim
de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları veliler edinmeyin. Siz onlara
karşı sevgi yöneltiyorsunuz; oysa onlar haktan size geleni inkâr
etmişler, Rabbiniz olan Allah'a inanmanızdan dolayı elçiyi de, sizi de
(yurtlarınızdan) sürüp-çıkarmışlardır. Eğer siz, Benim yolumda cehd
etmek (çaba harcamak) ve Benim rızamı aramak amacıyla çıkmışsanız
(nasıl) onlara karşı hâlâ sevgi gizliyorsunuz? Ben, sizin
gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilirim. Kim sizden bunu
yaparsa, artık o, elbette yolun ortasından şaşırıp-sapmış olur. (Mümtehine Suresi, 1)
Hz. İbrahim ve kavminin tavrı, tüm müminler için mükemmel bir örnektir:
İbrahim ve onunla
birlikte olanlarda size güzel bir örnek vardır. Hani kendi kavimlerine
demişlerdi ki: "Biz, sizlerden ve Allah'ın dışında taptıklarınızdan
gerçekten uzağız. Sizi (artık) tanımayıp-inkar ettik. Sizinle aramızda,
siz Allah'a bir olarak iman edinceye kadar ebedi bir düşmanlık ve bir
kin baş göstermiştir..." (Mümtehine Suresi, 4)
HİÇBİR ŞEYİ ALLAH'TAN, ELÇİSİNDEN VE MÜCADELEDEN ÜSTÜN GÖRMEMEK
Müminin yükümlülüğü, tüm yaşamı
boyunca Allah'a kulluk etmektir. Allah'a kulluk etmek dışında başka
herhangi bir mantık üzerine kurulmuş olan bir hayat, Allah'ı inkar etmek
ya da O'na ortak koşmak anlamına gelir ki bu davranışın sonu cehennem
olabilir.
Bir başka deyişle, dünya
yaşamının tümü, mümin için bir araç olmalıdır. Hayatın her parçasını,
Allah'a yakınlaşmak ve O'nun dinine hizmet etmek için bir vesile olarak
görmelidir. Eğer araç amaç haline gelirse, ki inkarcıların yaptığı
budur, o halde ortada büyük bir tehlike var demektir.
Kulluk etmekten başka bir amaç için yaşamayan mümin, dünyadan çoktan vazgeçmiştir. Allah, bu durumu şöyle açıklar:
Hiç şüphesiz Allah,
mü'minlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere-
canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar,
öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da O'nun
üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa
gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı
sevinip-müjdeleşiniz. İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur. (Tevbe Suresi, 111)
Müminler mallarını ve canlarını
Allah'a adamışlardır. Dolayısıyla, malları ya da canları üzerinde
herhangi bir tasarrufları olamaz. Allah neyi emrederse, onu şevkle
yaparlar. Allah bir nimet verirse, onu kullanır ve Rabbimize
şükrederler.
Böyle bir mümin, hiçbir
fedakarlıktan kaçınmaz ve dünya üzerindeki hiçbir şey de onu mücadeleden
alıkoyup oyalayamaz. Allah'ın emrini yerine getirmek için dünyanın en
güzel nimetlerini bırakıp bir anda kendisini ölüm tehlikesinin içine
atabilir. Aksi bir tavır ise, insanın malını ve canını satmadığını, hala
onları sahiplendiğini gösterir ki, sonu hüsrandır. Allah şu hükmü
verir:
De ki: "Eğer
babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz,
kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve
hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun Resulü'nden ve O'nun
yolunda cehd etmekten (çaba harcamaktan) daha sevimli ise, artık
Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna
hidayet vermez. (Tevbe Suresi, 24)
Bu iman ve bu bilinç Peygamber
Efendimize tabi olan sahabelerde o kadar güçlüydü ki, savaşa gitmekten
çekinmek bir yana dursun, Peygamberin yanında savaşa gidebilmek için her
yolu deneyen, gitmek imkanı olmadığında ise üzüntüsünden ağlayanlar
vardı. Allah, bu salih müminlerle mücadeleden kaçan kişiler arasındaki
farkı şöyle haber verir:
Allah'a ve elçisine
karşı 'içten bağlı kalıp hayra çağıranlar' oldukları sürece,
güçsüz-zayıflara, hastalara ve infak etmek için bir şey bulamayanlara
bir sorumluluk (günah) yoktur. İyilik edenlerin aleyhinde de bir yol
yoktur. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
Bir de (savaşa
katılabilecekleri bir bineğe) bindirmen için sana her gelişlerinde "Sizi
bindirecek bir şey bulamıyorum" dediğin ve infak edecek bir şey
bulamayıp hüzünlerinden dolayı gözlerinden yaşlar boşana boşana geri
dönenler üzerinde de (sorumluluk) yoktur.
Yol, ancak o kimseler
aleyhinedir ki, zengin oldukları halde (savaşa çıkmamak için) senden
izin isterler ve bunlar geride kalanlarla birlikte olmayı seçerler.
Allah, onların kalplerini mühürlemiştir. Bundan dolayı onlar, bilmezler. (Tevbe Suresi, 91-93)
GEVŞEMEME, ÜZÜLMEME, HÜZNE KAPILMAMA
Mümin, Allah yolunda uzun ve
zorlu bir mücadele yürütür. Karşısında çoğu kez kendisinden teknik
olarak daha güçlü, daha kalabalık görünen din aleyhtarı vardır. Ancak
yine de Allah, Kuran'ın yolunu izledikleri sürece, bu kişilere karşı
müminleri üstün kılar.
Bu başarının sırlarından biri,
müminlerin asla gevşemeden, şevk ve heyecanla mücadelelerini
sürdürmeleridir. İnkarcılar ise böyle olamazlar; dünyaya olan
bağlılıkları, korkuları, zaafları, inançsızlıkları nedeniyle, bir zorluk
karşısında moralleri bozulur ve gevşerler. Müminler ise Allah'ın
ayetlerinde bildirdiği üzere kesin galip olacaklarını bilmenin verdiği
şevkle ve Allah'ın kalplerini sağlamlaştırması sayesinde, gevşekliğe
kapılmazlar. Kuran'da, iman edenlerin bu vasfı şöyle anlatılır:
Nice peygamberle
birlikte birçok Rabbani (bilgin)ler savaşa girdiler de, Allah yolunda
kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet)den dolayı ne gevşeklik
gösterdiler, ne boyun eğdiler. Allah, sabredenleri sever. (Al-i İmran Suresi, 146)
Ancak üstteki ayetten de
anlaşıldığı gibi, müminlerin de gevşekliğe kapılmamak, mücadele azmini
ayakta tutmak için Allah'a dua etmeleri gerekmektedir. Çünkü nefis,
insanı gevşekliğe sürüklemeye çok eğilimlidir. Şeytan da bir yandan
sürekli fısıldadığı vesveselerle aynı amaç için çalışır. Mümin
topluluğunun arasına girmiş olan ikiyüzlü münafıklar da, uygun ortam
bulduklarında, aynı telkinlerde bulunurlar. Örneğin savaş sırasında
Peygamberimizin ashabına "... Ey Yesrib (Medine) halkı, artık sizin için (burada) kalacak yer yok, şu halde dönün..."
(Azhab Suresi, 13) diyenler gibi, ümitsizlik ve bozgun yaratmaya
çalışırlar. Allah da tüm bu olumsuz etkenlere karşı müminleri uyarır: "Öyleyse
sen sabret; şüphesiz Allah'ın vaadi haktır; kesin bilgiyle inanmayanlar
sakın seni telaşa kaptırıp-hafifliğe (veya gevşekliğe)
sürüklemesinler." (Rum Suresi, 60) demişlerdir.
Mümin, Kuran ayetlerini ölçü
alır, yalnızca kendinden sorumlu olduğunu bilirve başkalarının zayıf
davranması onu etkilemez. Karşı tarafın gücü de onu hiçbir şekilde
yıldırmaz. Tüm yaşamı Allah içindir ve dolayısıyla sonuna kadar da Allah
rızası için ibadet etmeyi sürdürür. Allah ayetlerinde şöyle
hükmetmektedir:
Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz. (Al-i İmran Suresi, 139)
(Düşmanınız olan)
Topluluğu aramakta gevşeklik göstermeyin. Siz acı çekiyorsanız, şüphesiz
onlar da, sizin acı çektiğiniz gibi acı çekiyorlar. Oysa siz, onların
umud etmediklerini Allah'tan umuyorsunuz. Allah, bilendir, hüküm ve
hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 104)
NAMAZDA HUŞU
Namaz insanın Allah'a kulluk
ettiğinin en açık ifadesi olarak büyük bir önem taşımaktadır. İnsanı
Allah karşısında secdeye vardıran bu ibadet Müslümanlık alametidir.
Ne var ki bazı insanların namaz
kılmalarındaki amaç farklıdır. Söz konusu kişiler bu ibadetlerini
yerine getirirken yalnızca Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak amacında
değildirler. Ayetlerde bu kişilerin ruh hali şöyle açıklanır:
İşte (şu) namaz kılanların vay haline,
Ki onlar, namazlarında yanılgıdadırlar,
Onlar gösteriş yapmaktadırlar. (Maun Suresi, 4-6)
Ayetlerde bildirildiği üzere
bazı insanlar namazı başkalarına "Müslüman" olduklarını göstermek için
kılmaktadırlar ve dolayısıyla sevap kazanmak bir yana, büyük bir günah
ve sapma içine düşmektedirler.
Namaz gibi önemli bir ibadeti
Allah katında makbul hale getiren şey ise, kılan kişinin Allah'ın önünde
secde ettiğini, O'na boyun eğdiğini bilmesi ve yalnızca bu amacı
taşımasıdır. Bu nedenledir ki Allah, müminlere "... Allah'a gönülden boyun eğiciler olarak (namaza) durun" (Bakara Suresi, 238) emrini verir.
Bir başka ayette ise müminler şöyle tarif edilir: "Onlar namazlarında hûşû içinde olanlardır".
(Müminun Suresi, 2) Huşu, "saygı dolu bir korku, yumuşama, derin bir
saygı" anlamına gelmektedir. Bu arada, Arapçada her ikisi de "korku"
anlamına gelen "huşu" ve "havf" kelimelerinin arasındaki ince farka da
dikkat etmek gerekir: Havf, basit ve içgüdüsel bir korkudur. Kuran'da
inkar edenler ve hayvanlar için kullanılır. Müminlerin Allah'a karşı
duydukları korku ise, aklın ve vicdanın bir sonucu olarak ortaya çıkan
ve saygı dolu, içli bir korkuyu ifade eden "huşu" kelimesidir. Namaz
ise, ancak huşu içinde kılındığı zaman makbul olur.
Böyle bir namaz, insanın
Allah'a olan yakınlığını ve takvasını artırır. İnsanı manen ayakta
tutar. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:
Sana Kitap'tan
vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin
utanmazlıklar (fahşa)dan ve kötülüklerden alıkoyar. Allah'ı zikretmek
ise muhakkak en büyük (ibadet)tür. Allah, yaptıklarınızı bilir. (Ankebut Suresi, 45)
ALLAH'I ÇOKÇA ZİKRETMEK
Şimdiye dek değindiğimiz tüm
mümin özellikleri ve temel imani konular, insanın kendisini Allah'a
adamasını, Allah için yaşayıp, Allah için mücadele etmesini
gerektirmektedir.
Allah'a adanmış bir hayat ise,
elbette Allah'la yakın bir diyalog kurulmadan mümkün olmaz. Bu diyaloğun
yolu ise, "zikir" yani Allah'ı anmadır. Mümin, "Ey iman edenler, Allah'ı çokça zikredin"
(Ahzab Suresi, 41) hükmü gereği, günlük hayatının her aşamasında zikir
ve dua halinde olmalı, verilen nimetlere karşı için için şükretmeli,
hataları dolayısıyla bağışlanma dilemeli, yapacağı işler için yardım
istemeli ve sık sık Allah'ı tesbih edip yüceltmelidir. Mümini, Hz.
İbrahim gibi "Allah'la dost" kılacak olan ibadet, bu zikirdir. Bir
ayette, zikrin nasıl yapılması gerektiği şöyle bildirilir:
Rabbini, sabah akşam,
yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve
için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma. (Araf Suresi, 205)
Kuran'da, "... Allah'ı zikretmek ise muhakkak en büyük (ibadet)tür..."
(Ankebut Suresi, 45) buyrulmaktadır. İbadetler Allah anılarak ve
Allah'ın rızası düşünülerek yapılmazsa karşılıksız birer amel haline
gelebilirler. Bu nedenle Kuran'da, peygamberlerin vasıfları
anlatılırken, Allah'ı zikretmelerine sıklıkla dikkat çekilir. Sad Suresi
30. ayette, "Biz Davud'a Süleyman'ı armağan ettik. O, ne güzel kuldu. Çünkü o, (daima Allah'a) yönelip-dönen biriydi" buyrulmaktadır.
BİR TOPLULUKLA KARŞILAŞILDIĞINDA ALLAH'I ÇOKÇA ZİKRETMEK
İman eden bir insanın
hayatındaki en önemli vazifesi Allah'a ibadettir. Bu ibadetin en önemli
kısımlarından biri ise, Allah'ın seçip beğendiği dini tebliğ ederek ve
Kuran'da bildirildiği üzere, "şeytanın fırkasıyla" mücadele ederek
yapılmaktadır. Bu mücadele ise, hemen her zaman son derece zorlu ve
şiddetlidir. Tarihteki örneklerine baktığımızda Müslümanların
karşısındaki kişilerin hem sayıca hem de malca üstün olduklarını
görürüz.
Ancak iman edenler buna
aldırmazlar. Çünkü bilmektedirler ki, zafer, sayı ya da araç
üstünlüğüyle değil, ancak Allah'ın vermesiyle olur ve Allah onu
dilediğine verir. Nitekim İslam Tarihi de ayetteki, "Nice küçük
topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah'ın izniyle galip gelmiştir;
Allah sabredenlerle beraberdir" (Bakara Suresi, 249) hükmünün sırrıyla
kazanılmış zaferlerle doludur. Zaferi getiren, imandır. İnkarcıların
bilmediği ve hiçbir zaman da kavrayamayacağı bu batıni gerçek, Kuran'da
şöyle açıklanır:
Ey iman edenler, bir
toplulukla karşı karşıya geldiğiniz zaman, dayanıklık gösterin ve
Allah'ı çokca zikredin. Ki kurtuluş (felah) bulasınız. (Enfal Suresi, 45)
Ayetleri ve Hikmeti Akılda Tutmak
Müzemmil Suresi 73. ayetinde bildirildiği gibi gün boyunca müminler için uzun uğraşlar vardır.
İşte iman eden bir insan
yaptığı iş ne olursa olsun Allah'la olan bağlantısını kaybetmez.
Kuran'da kendisine öğütlenen ahlakı göz ardı etmez. Bir ayette iman
edenlerin bu vasfı şöyle anlatılır:
(Öyle) Adamlar ki, ne
ticaret, ne alış-veriş onları Allah'ı zikretmekten, dosdoğru namazı
kılmaktan ve zekatı vermekten 'tutkuya kaptırıp alıkoymaz'; onlar,
kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak
olacağı) günden korkarlar. (Nur Suresi, 37)
Bu vasfın önemli bir parçası
ise, Allah'ın ayetlerini akılda tutmak, Kuran'ın hikmetini asla
unutmamaktır. Ayette, peygamber eşlerine verilen "Evlerinizde okunmakta
olan Allah'ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah,
latiftir, haberdar olandır." (Azhap Suresi, 34) emri, kuşkusuz tüm
müminler için yol göstericidir. Mümin, Allah'ın ayetlerini düşündüğü
sürece, dış dünyada bunların tecellilerini görecek ve Allah'a daha çok
yaklaşacaktır.
BOŞ VE YARARSIZ ŞEYLERDEN YÜZ ÇEVİRMEK
Müminin kalbi, boş ve yararsız
şeylere ilgi duymaz ve bu tür şeylerle tatmin olmaz. İnkarcılar için çok
büyük önem taşıyan dünya işleri, mümin için ancak dinin menfaatleri
gerektirdiğinde ilgilenilecek, onun dışında zerre kadar değer
taşımayacak konulardır. İşte bu nedenledir ki Kuran'da, müminler, "Onlar, 'tümüyle boş' şeylerden yüz çevirenlerdir" diye tarif edilir. (Müminun Suresi, 3)
Ayette, müminin boş ve yararsız
bir konuşma veya olayla karşılaştığında bundan yüz çevirip, kendini
faydalı bir işe kanalize etmesi gerektiği vurgulanmıştır. Bu, her zaman
Allah'ın rızasına en uygun tavırdır. Müminin bunu yapması için kendini
hiç boş bırakmaması, sürekli dikkatli ve ne yaptığını bilen bir tutum
içinde olması gereklidir. Basit insanlarla basit tartışmalara girmek,
dinin menfaatleri dışında herhangi bir konunun mücadelesini vermek
mümine yakışmaz. Kuran'da, örnek mümin tavrı şöyle tarif edilir:
'Boş ve yararsız olan
sözü' işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve: "Bizim
yapıp-ettiklerimiz bizim, sizin yapıp-ettikleriniz sizindir; size selam
olsun, biz cahilleri benimsemeyiz" derler. (Kasas Suresi, 55)
Ki onlar, yalan şahidlikte bulunmayanlar, boş ve yararsız sözle karşılaştıkları zaman onurlu olarak geçenlerdir. (Furkan Suresi, 72)
Mümin bir işi bitirdiği
zaman da, hiç durmadan başka bir işle uğraşmaya başlamalıdır. "Şu halde
boş kaldığın zaman, durmaksızın (dua ve ibadetle) yorulmaya-devam et.
Ve yalnızca Rabbine rağbet et" hükmü, bunu gerektirir. (İnşirah Suresi, 7-8)
İTİDALLİ OLMAK
Müminin itidalli olması
öncelikle haddi aşmayarak yalnızca helal dairesi içinde hareket etmesini
ifade eder. Bu, ilk bakışta teknik bir sakınma gibi görünse de,
gerçekte tutarlı bir ruh halini gerektirir. Çünkü mümin kimi zaman
cahiliye toplumunun arasına girecek, onlarla muhatap olacaktır.
Cahiliyenin hakim olduğu ortamlarda gereken davranışları göstermesi ve
kendini cahiliye kültürünün etkisine bırakmaması, ölçülü ve olgun
davranması gerekir.
Elbette yalnızca cahiliye ortamlarında değil, müminler arasında da ince düşünceyi ve itidali gerektiren durumlar vardır.
İman eden bir insan her an
aklını kullanarak, aşırı ve sivri hareketlerden uzak durması gerektiğini
bilir. Olaylar karşısında heyecanlanmayan, hiçbir zaman
soğukkanlılığını kaybetmeyen bir karaktere sahip olmak için dikkat sarf
eder. İmanın verdiği itidal ile akıldan uzaklaşmayan, ani üzüntü ya da
sevinçlere kapılmayan bir karakter geliştirir ve bu konudaki
kararlılığını her hareketinde gösterir. İman edenlerin söz konusu
dengeli ve istikrarlı ruh halleri pek çok ayette tarif edilmiştir.
Bunlardan bazıları şöyledir:
Yeryüzünde olan ve
sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz
onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a
göre pek kolaydır.
Öyle ki, elinizden
çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size (Allah'ın) verdikleri
dolayısıyla sevinip-şımarmayasınız. Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni
sevmez. (Hadid Suresi, 22-23)
İNSANIN MELEK ŞAHİTLERİ
Pek çok insan, başka insanlar
tarafından görülmediği zamanlarda, tümüyle "yalnız başına" kaldığını
düşünür. Oysa bu bir yanılgıdır. Çünkü Allah her zaman onun yanındadır
ve yaptığı herşeyi görmekte ve duymaktadır. Allah'ın, insanın yaptığı
tüm işleri yazmakla görevlendirdiği melekler de insana bütün hayatı
boyunca şahittirler. Kuran'da bu durum şöyle haber verilir:
Andolsun, insanı Biz
yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz
ona şahdamarından daha yakınız. Onun sağında ve solunda oturan iki
yazıcı kaydederlerken. O, söz olarak (herhangi bir şey) söylemeyiversin,
mutlaka yanında hazır bir gözetleyici vardır. (Kaf Suresi, 16-18)
İnsanın her iki yanında
görevlendirilen bu meleklerin yazdıkları, mahşer günü ortaya konur. Ve
insanlar, dünyada yaptıkları bu işlerden sorguya çekilirler. Kuran'da, o
gün yaşanacaklar şöyle anlatılmaktadır:
Artık kimin kitabı sağ yanından verilirse,
O, kolay bir hesap (sorgu) ile sorguya çekilecek,
Ve kendi yakınlarına sevinç içinde dönmüş olacaktır.
Kimin de kitabı ardından verilirse,
O da, helak (yok olmay)ı çağıracak,
Çılgın alevli ateşe girecek.
Çünkü o, (dünyada) kendi yakınları arasında sevinçliydi.
Doğrusu o, (Rabbine) bir daha dönmeyeceğini sanmıştı.
Hayır; gerçekten Rabbi, kendisini çok iyi görendi. (İnşikak Suresi, 7-15)
VERİLEN BORCUN YAZILMASI
İnsan, yaratılışı gereği
unutkan bir yapıya sahiptir. Bu sebeple Allah, müminler arasında geçici
bir borç ilişkisi olduğunda bunun şahitler gözetiminde yazılmasını
emretmiştir:
Ey iman edenler,
belirli bir süre için borçlandığınız zaman onu yazınız. Aranızdan bir
katip doğru olarak yazsın, katip Allah'ın kendisine öğrettiği gibi
yazmaktan kaçınmasın, yazsın. Üzerinde hak olan (borçlu) da yazdırsın ve
Rabbi olan Allah'tan sakınsın, ondan hiçbir şeyi eksiltmesin. Eğer
üzerinde hak olan (borçlu), düşük akıllı ya da za'f sahibi veya kendisi
yazmaya güç yetiremeyecekse, velisi dosdoğru yazdırsın. Erkeklerinizden
de iki şahid tutun; eğer iki erkek yoksa, şahidlerden rıza
göstereceğiniz bir erkek ve biri şaşırdığında öbürü ona hatırlatacak iki
kadın (da olur). Şahidler çağırıldıkları zaman kaçınmasınlar. Onu
(borcu) az olsun, çok olsun, süresiyle birlikte yazmaya üşenmeyin. Bu,
Allah katında en adil, şahitlik için en sağlam, şüphelenmemeniz için de
en yakın olandır. Ancak aranızda devredip durduğunuz ve peşin olarak
yaptığınız ticaret başka, bunu yazmamanızda sizin için bir sakınca
yoktur. Alış-veriş ettiğinizde de şahid tutun. Yazana da, şahide de
zarar verilmesin. (Aksini) Yaparsanız, o, kendiniz için fısk (zulüm ve
günah)tır. Allah'tan sakının. Allah size öğretiyor. Allah herşeyi
bilendir. (Bakara Suresi, 282)
Başka bir ayette de, bu borcun bağışlanmasının daha hayırlı olacağı şöyle haber verilir:
Eğer (borçlu) zorluk
içindeyse, ona elverişli bir zamana kadar süre (verin). (Borcu) Sadaka
olarak bağışlamanız ise, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz. (Bakara Suresi, 280)
YAPMAYACAĞI ŞEYİ SÖYLEMEMEK
Allah, müminleri verdikleri sözleri tutmakla yükümlü kılmıştır. Bir ayette şöyle denir: "... Ahde vefa gösterin. Çünkü ahid bir sorumluluktur." (İsra Suresi, 34)
Çünkü güvenilir olmak, müminin
önde gelen vasıflarından biridir. Tüm resuller kavimlerine kendi
güvenilirliklerini göstermişler, dürüst ve ahlaklı kişiler olarak
tanınmışlardır. Bu durumda, güvenilirliğin önemli bir parçası olan ahde
vefa büyük önem taşır.
Mümin verdiği sözleri tutmalı,
gerçekleştiremeyeceğini düşündüğü vaatlerin altına ise hiç girmemelidir.
Ayette bu konu çok açık bir biçimde şöyle hükme bağlanır:
Ey iman edenler,
yapmayacağınız şeyi neden söylersiniz? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz,
Allah katında bir gazab (konusu olması) bakımından büyüdü (büyük bir suç
teşkil etti). (Saff Suresi, 2-3)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder