7 Şubat 2017 Salı

Bugününüze yeniden bir niyet ederek; her anınızı salih amelle geçirme kararıyla başlayın





Mümin iman ettiği anda, zaten hayatının her anını Allah'ın rızasını kazanma çabasıyla geçirmeye karar vermiştir. Ve o andan itibaren de, maddi manevi her yönde imani bir şevk ve gayret içindedir. Ama müminin önemli bir özelliği de, imanını hiçbir zaman için yeterli görmemesidir. Çünkü insanın, hayatının son anına dek, her geçen an, imanını daha da derinleştirme imkanı vardır. Bu yüzden her gün, her saat, her an, bir kez daha niyet etmeli, imanını tazelemeli, her saniyesini Allah'ın en razı olacağı davranışlarda bulunarak geçirme kararı almalıdır.

İşte bugün, bu saat, bu yazıyı okuduğumuzda, bizler de aynı şekilde bir kez daha niyetimizi tazeleyebiliriz. Şu andan itibaren, çok daha şuurlu, çok daha dikkatli ve çok daha samimi bir şekilde, vaktimizi, imkanlarımızı, maddi ve manevi gücümüzü olabilecek en hayırlı şekilde geçirmeye niyet edebiliriz. Karşımıza çıkan her ibadet fırsatını, çok daha büyük bir şevkle, çok daha iyi bir şekilde değerlendirebiliriz. Her imkanda öne atılabilir, Allah'ın rızasını kazanmak için her fırsatı kollayıp, hayırlarda yarışabiliriz. “Nasıl olsa çok güzel ve hayırlı faaliyetler yaptım, bugünlük bu kadar yeterli olmuştur” ya da “çevremdeki diğer insanlara göre, ben kat kat daha fazla çaba harcıyorum, birçok kişiye göre çok daha iyiyim” demeden; “ben zaten her günümü olabilecek en faydalı, en hikmetli şekilde geçiriyorum” diye düşünmeden, yeni bir atılım daha yapabiliriz.

Kafanıza takılan önemsiz konuları ''bir kaç on yıl sonrasına'' erteleyin...





İnsan bazen küçük konuları gereğinden fazla büyütür. Ehemmiyetsiz olduğu halde sıradan bir konuyu, o an için hayatının en önemli konusu olarak görür. Dikkatini bu duruma verdikçe, o küçük konu, gözünde giderek daha da büyümeye ve kendisine daha da fazla rahatsızlık vermeye başlar.

Bir bakış açısıyla bakılırsa, bu konu gerçekten de bir yönüyle kişinin hayatını etkileyen bir önem taşıyabilir. Ama bir başka bakış açısıyla bakılacak olursa da, o konu diğer önemli meselelerin yanında dünyadaki bir toz tanesi kadar önem taşımaz.

İnsan bunu içerisinde bulunduğu o anda fark edemez belki. Ama bu gerçeği anlamanın şöyle bir yolu vardır: Şu anda geçmişe dönüp bir düşünecek olursanız, bundan on yıl önce kafanıza takılan konuların hiçbirini hatırlamadığnıı görürsünüz. Hatta o kadar geriye gitmeye bile gerek kalmaz. Bundan sadece bir sene, hatta birkaç ay, birkaç hafta öncesine gittiğinizde bile, gün içinde sizi rahatsız eden, neşenizi, huzurunuzu kaçıran, sizi sessizleştirip içinize kapanmanıza neden olan, insanlardan uzaklaştıran, hayatınızı çok derinden etkilediğini ve etkilemeye de devam edeceğini sandığınız konuların hiçbirini hatırlamazsınız. Ama hatırlasanız da önemli değildir. Çünkü o zamanlar hayatınızı kökten etkilediğini sandığınız o konu, artık sizi hiç rahatsız etmiyordur. En fazla bir kaç saniye içinde bir anı gibi aklınızdan geçip gider.

Peki o on sene, birkaç ay ya da birkaç hafta öncesinden geriye elinizde kalan ne olmuştur? İşte asıl bu sorunun yanıtı, hayatınızı kökten ve derinden etkileyecek olan gerçektir. Geriye sadece Allah ile olan yakınlığınız, Allah'a olan sevginiz, sadakatiniz, bağlılığınız ve Allah'ı hoşnut etmek için gösterdiğiniz ihlas, samimiyet, salih amelleriniz ve azminiz kalmıştır. Eğer on sene önce Allah'ı düşünerek, Allah'ın sevgisini umarak güzel ahlak gösterdiyseniz; küçük ya da büyük bir sıkıntı ya da zorlukla karşılaştığınızda Allah'a sığınıp güzel ahlakta kararlı davrandıysanız, o gününüz dünyada ve ahirette inşaAllah sizin için büyük bir nimete dönüşmüştür. Ve ahirette de size sevinç ve nimet getirecektir.

Bir olayı olumsuzdan yola çıkarak halletmeye çalışmak, çoğu zaman yapıcı değil yıkıcı etki oluşturur.





... Şüphesiz iyilikler, kötülükleri giderir.
Bu, öğüt alanlara bir öğüttür. (Hud Suresi, 114)


Şeytanın kullandığı yöntemlerden biri de insanları olumsuz konuşmaya teşvik etmesidir. Şeytanın bu telkini altına giren bir insan, bazı durumlarda olumsuz konuşmanın son derece gerekli ve faydalı olduğuna inanır. Hatta pek çok konuyu halledebilmek için bir olayın olumsuz yönlerinin de irdelenmesinin zaruri olduğunu düşünür. Ancak bu doğru değildir.

Bir konuda ilerleme kaydetmek ve daha yapıcı sonuçlar elde etmek isteyen bir insanın, geçmişteki ya da halihazırdaki var olan olumsuz yönleri, olumsuz şartları dile getirmesi, tam tersine kişilere zarar verip yıkıcı etki de yapabilir. Kişi o an için meydana getirdiği bu sonuçların farkına varmayabilir. Ama aslında olumsuzlukları tekrar tekrar dile getirmesiyle çevresine olduğu kadar, kendisine de zarar verir. Anlattıklarıyla kendisine daha derin telkinler yaparak, olumsuzların gerçekliğine kendisini daha da kesin bir şekilde inandırır.

Bu bakış açısındaki insanın bir de şöyle bir düşüncesi vardır: “eğer olumsuzu gizlersem gerçekçi davranmamış dürüst olmamış olurum. Gerçekte zaten var olan bir şey bu. Bunu dile getirsem de getirmesem de bu zaten var. Bir de söze dökmenin ekstradan daha ne olumsuz etkisi olabilir ki? Ayrıca var olan bir olumsuzluğu gizlersek; sanki hiç yokmuş, hiç olmamış gibi davranırsak, üzerini örtersek, o zaman onu nasıl ortadan kaldırırız? Nasıl çözeriz? O zaman o olumsuzluk her zaman zeminde var olmaya devam edecek, gizliden gizliye sürüp gidecektir. Bu yüzden ben gerçekçi ve dürüst davranıp, yıkıcı da olsa olumsuzlukları mutlaka dile getirmeliyim.”

İşte bu da çok yanlış bir düşüncedir. Dürüstlük, doğruculuk, gerçekçilik demek sürekli olumsuzlukları dile getirmek değildir. Aynı sonucu almanın çok daha güzel, daha hikmetli, etkili, faydalı ve yapıcı yolları da vardır.

Müminin, yaşarken kendisini ''öldü'' kabul ederek hareket etmesi, şeytanın tüm oyunlarını bozacak önemli bir yoldur.







İnsan aklı, hiçbir ek yapmaksızın saf olarak Kuran ile düşünmediği takdirde, karmakarışık bir hale gelmeye çok müsaittir. Bu durumda da kişi, “akıllı insan” olma vasfını kaybeder. Aklı, duru, temiz, isabetli ve faydalı hale getiren tek yol, katıksız olarak iman etmek; Allah'ın sonsuz ve kusursuz aklına, Kuran'a tam uymaktır.

İman eden bir kimsenin mükemmel bir akla sahip olmasını en istemeyecek varlık ise, elbetteki şeytandır. Şeytan, Allah'ı seven, Kuran'a bağlanan, Allah'ın rızası için yaşayan her insanın karşısındaki negatif güçtür. Müminlerin Allah'a ihlasla iman etmelerini engelleyebilmek, akıllarını karıştırabilmek, halis tavırlarına bir parça dahi olsa bozukluk katabilmek için elinden gelen her yola başvurur. İnsanların kalplerine hayali kuruntular, asılsız şüpheler, hiçbir delili olmayan vesveseler verir. Ve bunlara, adeta gerçeğin ta kendisiymiş gibi inanmalarını sağlar. Hatta o kadar inandırıcı mantıklar sunar ki, kişi, peşisıra gittiği bu hayali kuruntuları delice bir kararlılıkla savunur hale gelir. Bu doğrultuda kesin kararlar alıp hayatını bu yönde yönlendirmeye başlar.

Şeytanın tüm bu telkinleri elbetteki samimi iman eden, Allah'a sığınan ve Kuran'a uyan insanlara hiçbir şekilde etki etmez.  Ancak iman ettikleri halde Kuran'a gereği gibi uymayan kimseler şeytanın bu telkinlerine kapılabilirler.

Avrupa Birliği birlik olmada ne derece başarılı?







AB’nin ilan edildiği 1993 Maastricht anlaşması ile 12 ülke, Avrupa halklarını birleştirmek ve ortak sorunlara çözüm bulmak amacıyla siyasi bir birlik haline geldi. Ortak anayasa, ortak para birimi, merkezi yürütme ve yasama organları birliği güçlendirdi. 4. Büyüme ile Avusturya, İsveç ve Finlandiya, 5, 6 ve 7. Büyümeler ile de eski Doğu Bloku ülkeleri AB'ye katıldı. Avrupa Birliği 28 ülke, 500 milyon insan, 20 trilyon dolara yaklaşan bir ekonomi ile dünyanın sayılı güçlerinden biri haline geldi.

İnsanlar Mutlu Olmak Varken Neden Azap Çekerler?







İnsanların birçoğu tüm çabalarına rağmen bir türlü gerçek anlamda mutluluğu yaşayamazlar. Bunun için dünya hayatında insanın aklına gelebilecek her yolu denerler; her seferinde yeni ideallerin peşinden koşar ve bunları elde ettiklerinde mutluluğu da yakalayacaklarına inanırlar. Kimi zaman iyi bir dost ya da arkadaş arayışı, kimi zaman maddi beklentiler, kimi zaman da manevi istekleri olur. Bu istek ve beklentilerin her biri arzu ettikleri şekilde gerçekleşse bile sonuç yine bekledikleri gibi olmaz. Bir türlü gerçek anlamda, daimi bir mutluluğu tadamazlar. Çoğu zaman iç dünyalarında yaşadıkları bu tatminsizliği dışarıya yansıtmamaya çalışırlar. Ama her ne kadar mutluluk taklitleri yapsalar da aslında, içten içe gizli bir azap yaşarlar.

Aklıselime Davet; Kuran’a Bağlı Müslümanların Musevilere Bakış Açısı Nasıl Olmalı?







Tüm dünyada barışa büyük bir ihtiyaç olduğu herkesin farkında olduğu bir gerçek. Barışın sağlanması yolunda küçük büyük her çaba önem arz ediyor. Kuran’a uyan Müslümanların Musevilerle ilgili düşünceleri hakkında var olan karmaşayı gidermek de dünya barışı için son derece elzem.

Dünyanın belirli dini otoriteleri birtakım gelenekleri, batıl inançları ve sahte hadisleri kullanarak 'Musevilerden nefret eden Müslüman' imajı oluşturmuş, bunu da özellikle İsrail içindeki ve civarındaki Müslümanların yerleşik olduğu bölgelerde yaygınlaştırmışlardır. Hatta Musevilerin domuz soyundan geldiğini iddia edecek kadar ileriye gidilmiştir. (Musevi kardeşlerimizi  tenzih ederiz.)
Gerek Müslümanların gerekse gayrimüslimlerin Kuran kaynaklı olmayan, tamamen safsatadan ibaret bu saygıdan, insaniyetten uzak, ırkçı yaklaşımın farkında olmaları çok önemlidir.

Gerçek şu ki Kuran’da en çok bahsedilen peygamber Hz. Musa (as)’dır. Kuran’ın pek çok ayetinde Hz. Musa'dan (as), imanlı Musevilerden ve Tevrat'tan övgüyle söz edilir.

24 Ocak 2017 Salı

Dünya'nın yerçekimi kuvveti


İnsan, sürekli olarak yer çekimi kuvvetine karşı direnç gösterir.

Oldukça kararında olan bu hassas çekim kuvvetini sebebi,Dünya'nın büyüklüğüdür.Allah dünyanın büyüklüğünü üzerinde canlılığın oluşabilmesine olanak verecek şekilde özel olarak belirlemiştir.



Dünya'nın yerçekimi kuvveti


Isaac-Newton
Biz yeryüzünü bir toplanma yeri kılmadık mı? (Mürselat Suresi, 25)
Yukarıdaki ayette "toplanma yeri" olarak çevrilen "kifaten" kelimesi, "canlıların, meskenlerinde toplanıp himaye edilmeleri, barınmaları; canlı ve cansızların toplandıkları yerler; üzerinde şeyler yığılan; toplanan yer" anlamlarını taşımaktadır. Yeryüzünün bir "toplanma yeri" olduğunu bildirmek için kullanılan bu kelime -kifaten- Arapça'da "kefete" kökünden türetilmiştir ve "toplamak, kendine çekmek, kucaklamak" anlamlarına gelmektedir. 

Sosyal Medya Sevgi için Çalışacak


Goebbels ve Hitler 20. yüzyılı kana bulayan eli kanlı iki caniydi. 9 milyon Almanı ırkçı ideallerin peşinde ölüme sürüklediler. 2. Dünya Savaşı adı verilen bu toplu katliam 70 milyon insanın canına mal oldu. 2 psikopat katilin en önemli silahı propaganda yöntemleri idi. Nazi propaganda örgütünün devreye soktuğu yalanları dönemin tüm iletişim kanallarında hiç durmadan tekrarlayarak insanları kandırdılar, manipüle ettiler. Milyonlarca Almanı sonu gelmez bir savaşın içine sürüklediler.






Yalana dayalı propagandayla kitleleri yönlendirmek kuşkusuz sadece Nazilerin kullandığı bir yöntem değildi. Bolşevikler, Kızıl Kmerler ve daha birçokları için propaganda vazgeçilmez bir silah oldu. 21. yüzyılda ise gelişen teknoloji başta terör örgütleri olmak üzere, manipülasyon yapmak isteyen odaklara geniş imkanlar sağlıyor. Internet ve akıl almaz bir hızla gelişen sosyal medya, çoğu zaman yalanların kolayca ortaya atıldığı, tek bir tuşla dünyanın dört bir yanına ulaştığı, birkaç saniye içinde milyonlarca kez tekrarlanabildiği bir mecra haline geldi. Barış, dostluk ve iyilik için kullanıldığında son derece faydalı bir araç olan sosyal medya kötülüğü yaymak isteyenlerin elinde tehlikeli bir araca dönüşüyor. Her gün defalarca denetimsiz, kontrolsüz, isimsiz, imzasız, provokatif, manipulatif bilgi bombardımanına tutulmaktayız.

Geçmişten ders almak


Orta Doğu her zaman Batı için bir cazibe bölgesi olmuştur. Batı ülkeleri bu bölgeyi, kendi amaçlarına hizmet edecek, küçük, parçalanmış ülkelerden oluşacak şekilde dizayn etmeye çalışmıştır…Orta Doğu halklarının tarihte olduğu gibi bugün de pek çok suni sorunla karşı karşıya olmasının sebebi Batı ülkelerinin Ortadoğu üzerindeki bu emelleridir.






Geçmişte İngiliz derin devleti Orta Doğu’yu şekillendirmek için binlerce ajan kullanmıştır. Bunlardan en tanınmış olanları, her ikisi de 1. Dünya Savaşı sırasında önemli roller oynayan Gertrude Bell ve T.E. Lawrence’dır.

Suriye’de toprak bütünlüğü Ortadoğu için önemlidir

Önümüzdeki günlerde 15 gün arayla Suriye’nin geleceği ile ilgili iki önemli toplantı gerçekleşecek. Toplantıların ilkinde taraflar, 23 Ocak’ta, ateşkesin başlamasında büyük rol oynayan Türkiye ve Rusya öncülüğünde Kazakistan’ın başkenti Astana’da toplanacaklar. Ardından 8 Şubat’ta Birleşmiş Milletler öncülüğünde Cenevre Toplantısı gerçekleşecek. Bu toplantı, 2012, 2014, 2016 yıllarında gerçekleşen toplantıların 4. turu olacak. Her iki toplantının da ana gündemi, ülkede kalıcı barış için ortak bir yol haritası geliştirmek olacak. Kalıcı barışın sağlanması durumunda ise Suriye’nin idaresinin ve altyapısının yeniden yapılanması planlanacak. Altı senedir birbirleri ile kıyasıya savaşan tarafların bir yönetim altında birleşmesi önemli bir problem olarak öne çıkıyor. Fakat Ortadoğu’nun ve büyük resimde İslam aleminin geleceği için, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması çok önemli.






Son dönemde uluslararası medyaya birbiri ardına Ortadoğu’yu bölen haritalar servis ediliyor. Bir kısım mahfillerde yeni siyasi harita mühendisliği yapılmakta.

14 Ocak 2017 Cumartesi

'Söylenmek' çirkin bir cahiliye alışkanlığıdır ...


İnsanlardan öyleleri vardır ki, bilgisizce Allah'ın yolundan saptırmak ve onu bir eğlence konusu edinmek için sözün 'boş ve amaçsız olanını' satın alırlar. İşte onlar için aşağılatıcı bir azap vardır.(Lokman Suresi, 6)

Bazı insanlar, gün boyunca karşılaştıkları konular hakkındaki düşüncelerini, sürekli olarak ‘kendi kendilerine söylenerek’ dile getirirler. Kimi zaman rahatsızlık duydukları bir şey, kimi zaman aksaklık olduğunu düşündükleri bir konu, kimi zaman gördükleri yanlış bir tavır, duydukları bir söz bu kimselerin, fazla düşünmeden hemen bu konulardaki rahatsızlıklarını ifade etmelerine neden olur.

Kararlı dua, kaderin anahtarıdır



Hayatın içerisinde hemen hemen her gün yüzyüze geldiğiniz; çok iyi bildiğinizi ve çok iyi kavradığınızı düşündüğünüz bazı konular vardır. Öyle ki hatta çoğu zaman o konuyu, daha iyi kavrayabilmenin mümkün olmadığını sanırsınız. Ama bazen öyle bir söz duyarsınız, öyle farklı bir anlatıma şahit olursunuz ki, o çok iyi bildiğinizi sandığınız konuda daha önce hiç düşünmediğiniz yepyeni bir kapı, yepyeni bir ufuk açılır. Bir anda tüm bakış açınız kökten değişir. O konuya karşı olan tüm ülfetiniz kırılır. O çok iyi bildiğiniz konuyu sanki hayatınızda ilk kez duyuyormuşçasına yeni bir kavrayış şekli elde edersiniz. 

İşte insanın,

Ümitvar olmanın temeli: "Kadere teslimiyet"



Çok sayıda insanın, başlarına gelen ani ve beklenmedik olaylar karşısında sık sık ümitsizliğe kapıldıkları görülür. Örneğin işinde başarısız olan, çok sevdiği bir eşyayı kaybeden ya da mutlaka geçmek istediği dersten kalan bir kişi, eğer bu konuları hayatının amacı haline getirmişse hiç beklemediği bu sonuçlardan herhangi birini kaldıramaz ve büyük bir üzüntüyle sarsılır.
Çünkü bütün ümitlerini, hedeflerini, olayların kendi hesapladığı şekilde gelişmesine bağlamıştır. Fakat yaşantısı her zaman kendi yaptığı plana göre işlemez, hayatın akışı içerisinde ummadığı pek çok olayla da karşılaşabilir.

Beş Göz, Tek Beyin

Sizin her anınızı, tüm özel hayatınızı 24 saat izlemeyi amaç edinmiş birbiriyle bağlantılı beş ayrı “göz” var…






"Beş Göz", yani İngiltere, ABD, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda'dan oluşan beş ülkenin ortak istihbarat ağının adı. Temelleri, İngiltere ve ABD arasında 1946 Mart'ında imzalanan istihbarat paylaşımı anlaşması UKUSA'ya dayanıyor. ABD ve İngiltere tarafından kurulan UKUSA ilerleyen yıllarda, İngiliz Milletler Topluluğu 'Commonwealth' üyeleri Kanada, Avusturalya ve Yeni Zelanda'yı da içine katarak 'Beş Göz' ittifakına dönüştü. Böylelikle, tüm kıtalardaki iletişim trafiğini 5 ayrı noktadan izleyen ve bunlarla ilgili bilgileri birbirleriyle paylaşan dev bir istihbarat işbirliğinin temelleri atıldı.


Beş anglosakson ülkenin dayanışmasından oluşan bu ittifak, birbirlerine karşı casusluk yapmama ve aralarında her türlü istihbari bilginin (öncelikli olarak SIGNIT adı verilen iletişim sinyal bilgilerinin) paylaşımı esası üzerine kurulu. Bu 70 yıllık gizli ittifak, kurduğu küresel gözetleme altyapısıyla bugün tüm dünya iletişimini izliyor, analiz ediyor ve depoluyor.


Bu beş ülkenin ana istihbarat servisleri de bu küresel gözetleme sisteminin esas parçalarını oluşturuyor: ABD'nin "NSA", İngiltere'nin "GCHQ", Kanada'nın "CSEC", Avusturalya'nın "ASD" ve Yeni Zelanda'nın "GCSB" teşkilatları bunların başlıcaları. Ayrıca, bunlara bağlı diğer onlarca haber alma teşkilatı da '5 Göz' ağının en önemli kaynakları...

Devamını Okumak için Tıklayınız







İyi ve Kötü: Hangi taraftasın?

Müslüman ülkelerin çoğunlukta olduğu Orta Doğu, aynı zamanda katliamların da en çok gerçekleştiği bölge olma özelliğini taşıyor. Şu anda Suriye, bölgedeki tüm terörün merkez üssü gibi görünüyor.






Örneğin Halep... Bir zamanlar güzel bir şehir olan Halep, şimdi iç savaş nedeniyle harabeye dönmüş durumda. Halep’te sivillerin şehit edilmediği tek bir gün bile yok.


Camiler, hastaneler ve marketler gibi halka açık yerler, her gün bomba ve mermi atışına maruz kalıyor.


Bu tarz saldırıların herhangi bir askeri amacı olmadığı çok açık. Bunlar kan dökmeye susamış kötü insanların faaliyeti... Bu saldırıları aralıksız olarak sürdürüyorlar, çünkü o hasta zihinlerindeki amaçlarına ulaşmak için masum insanları katletmekten çekinmiyorlar.

Devamını Okumak için Tıklayınız







Ribozomal Kalite Kontrol

Tek bir hücrede birkaç milyon ribozom bulunur. Protein üretim fabrikaları olarak kabul edilen ribozomların vücudun tüm hücrelerinde aktif rolleri vardır. Örneğin, hücre içerisinde proteinlerin birleştirilerek daha büyük makromoleküler yapılar oluşturmak ribozomların görevleri arasındadır. Ancak moleküler biyolojinin “kara kutusu" olarak adlandırılan ribozomların tüm işlevleri henüz tam olarak anlaşılamamıştır, bu nedenle ribozomla ilgili çok sık yeni araştırmalar yapılmaktadır. Sonuçları Eylül 2016’da Cell Reports ve The EMBO dergilerinde yayınlanan çalışma da bunlardan biridir. Würzburg Üniversitesi ve Max Planck Enstitüsü’nden araştırmacılar, bu yeni araştırma ile, ribozomların bilinen görevleri olan protein üretimi yanında, “kalite kontrol noktası” görevini de üstlendiğini ortaya koymuştur.






Moleküler Seviyede LEGO Oyunu


 Würzburg Üniversitesi’nden Prof. Utz Fischer yıllardır “makromoleküler makinalar” olarak anılan proteinlerin hücre içinde nasıl bir araya getirildiğini araştırmaktadır. Fischer bu birbirine eklenme işlemini adeta LEGO oyununa benzeterek şöyle açıklamaktadır:


“Bunu, moleküler seviyedeki LEGO parçaları olarak düşünün: Ürün bitene kadar, bir parça sıradaki parçaya ekleniyor. Sadece tek bir kusurlu ya da yanlış parça kullanıldığında, bütün yapı bozulabiliyor.”

Devamını Okumak için Tıklayınız







Müslümanca konuşmanın insanlar üzerindeki etkileri

Müslümanca konuşmak önemli bir iman alameti ve dünya üzerindeki en etkili konuşma şeklidir. Bu etkinin gücü ise müminlerin imanlarından ve samimiyetlerinden kaynaklanır. Zira Müslümanların, sözleriyle yaşadıkları birbirini tasdik eder niteliktedir; konuşmaları, gerçekten inandıklarını ve hissettiklerini yansıtır. Müslümanca konuşan insanlarla karşılaşanlar çoğu zaman büyük bir hayranlık duygusuna kapılırlar. Hayatları boyunca Kuran ahlakını yansıtmayan konuşmalara şahit oldukları için Müslümanların samimiyetlerinden ciddi şekilde etkilenirler. Daha önce tanışıp konuştukları bazı insanlar da kendilerine güzel ahlakın ve samimi dindarlığın gerekliliğini anlatmış olabilirler. Ama belki de bu kimselerin kendilerinin de bu anlattıklarını yaşamıyor olmaları, anlatılanların karşı tarafı samimi olarak etkilemesini engellemiş olabilir. Yaygın olarak rastlanan bu modelin ardından insanlar sözüyle tavrı bir, samimi kimseleri gördüklerinde, daha önce pek çok kere duyup da önemsemedikleri konuları -Allah'ın dilemesiyle- büyük bir ilgi ve içtenlikle dinlemeye ve uygulamaya başlarlar. İşte Müslümanca konuşmanın insanlar üzerinde oluşturduğu en önemli etkilerden biri budur; Allah'ın dilemesiyle insanların 'kalplerini imana ısındırmak, onlara imanı sevdirebilmek'...






Müslümanca konuşan kişi, insanlara 'Kuran ahlakını en etkili ve en güzel şekilde anlatabilmektedir'. Sözgelimi, Allah korkusunu anlatırken kalbindeki Allah korkusu konuşmalarına yansımakta ve Allah'ın izniyle karşı tarafın bu konuyu daha kolay anlamasına vesile olmaktadır. Aynı konuyu kalbinde bu korkuyu yaşamayan bir insan anlatmaya kalkışsa, aynı cümleleri aynı mantıkları aynı şekilde art arda getirse, karşı taraf konuşanın samimiyetine kanaat getirmeyeceği için anlatılanlardan da etkilenmeyebilir. Oysa Müslümanca konuşan kişi, samimiyeti yaşayarak samimiyeti, teslimiyeti hissederek teslimiyeti, hoşgörülü bir üslupla hoşgörüyü, merhametli bir yaklaşımla merhameti ve bunlar gibi her konuyu hissederek anlatacak ve hepsinde Allah'ın dilemesiyle karşı tarafın vicdanına etki edecektir.


Müslümanca konuşmanın bir başka önemli etkisi de 'insanların kalplerine huzur, neşe ve ferahlık vermesi'dir. Çünkü Allah "... Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur." (Rad Suresi, 28) şeklinde buyurmuştur. Allah'ı unutmadan, O'nun rızasına uygun olarak yapılan her konuşma insanların kalplerine huzur ve neşe verir. Bu üslupla konuşan kişi, doğrudan Allah'ın ismini zikretmiyor ya da dini anlatan bir konudan bahsetmiyor bile olsa, imanı ve Kuran ahlakını yansıtan üslubu insanlara doğal olarak Allah'ı hatırlatır.


Müslümanın çevresindeki insanlar kendiliğinden onun etkisi altına girerler; onun üslubu sayesinde dünya hayatının geçiciliğini, ölümün yakınlığını, ahiretin gerçekliğini ve Allah'ın rızasını kazanmanın önemini düşünmeye başlarlar. Dolayısıyla Müslümanın üslubuyla çevresindeki insanlar üzerinde oluşturduğu etkilerden biri de onları bu şekilde 'samimi düşünmeye ve vicdanlarını sorgulamaya yöneltmek'tir.

Devamını Okumak için Tıklayınız







Ümitvar olmanın temeli:

Çok sayıda insanın, başlarına gelen ani ve beklenmedik olaylar karşısında sık sık ümitsizliğe kapıldıkları görülür. Örneğin işinde başarısız olan, çok sevdiği bir eşyayı kaybeden ya da mutlaka geçmek istediği dersten kalan bir kişi, eğer bu konuları hayatının amacı haline getirmişse hiç beklemediği bu sonuçlardan herhangi birini kaldıramaz ve büyük bir üzüntüyle sarsılır.






Çünkü bütün ümitlerini, hedeflerini, olayların kendi hesapladığı şekilde gelişmesine bağlamıştır. Fakat yaşantısı her zaman kendi yaptığı plana göre işlemez, hayatın akışı içerisinde ummadığı pek çok olayla da karşılaşabilir.


Örneğin mimar olmayı çok isteyen bir kişi mimarlık sınavlarına çok iyi hazırlanmıştır. Gelecekle ilgili bütün planlarını ileride mimar olacağını düşünerek yapmıştır. Fakat hiç beklemediği bir şey olur ve mimarlık yerine başka bir bölümü kazanır. Mimar olmayı planlarken, çok farklı bir mesleğin eğitimini almak durumunda kalır.


Sporla ilgilenen ve hayatı boyunca sporla ilgili çalışmalar yapacağını planlayan bir kişi de genç yaşında bir rahatsızlık geçirerek sporla ilişkisini kesmek zorunda kalabilir. Ya da özenle yeni bir ev döşeyen insan o evde hiç oturamadan ihtiyaçtan dolayı evini satmak zorunda kalabilir.

Devamını Okumak için Tıklayınız







Dikkat: İngiliz Şii'liği

Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, 30 Eylül’de El-Ahbar gazetesine verdiği röportajda, İngiliz Şiiliği’ne dikkat çekti. Nasrallah, “İngiliz Şiiliği” olarak nitelediği yapının Orta Doğu’daki mezhep savaşlarını körüklediğini belirtti ve İngiltere'de yayın yapan çeşitli televizyon kanalları üzerinden Ehl-i Sünnet'e hakaret edenlerin hedeflerinin mezhepler arası çatışma çıkarmak olduğuna söyledi. Nasrallah’ın röportajdaki en önemli tespitlerinden biri şu şekilde:






“Dini ve mezhebi söylemlerle konuşan bu kişiler [İngiliz] casusluk bürolarının ajanlarıdır ve bunların hedefi  mezhepleri tahrip etmektir. Bunları destekleyenler de bu komploya ortaktır.”


Benzer şekilde 2013 yılında İran İslam Cumhuriyeti dini lideri Ayetullah Ali Hamaney de, fetva niteliği taşıyan bir açıklama yapmış, "Şii adıyla diğer İslam mezheplerinin duygularını tahrik etmek İngiliz Şiiliği’dir. Ehl-i Sünnet'in mukaddesatına hakaret etmek İngiliz Şiiliği’nin işidir" demişti.


İngiliz Şiiliği olarak adlandırılan harekete İngiltere'de yaşayan Müçteba Şirazi ve Yasir Habib gibi sözde Şii din adamları öncülük etmekteler. Bu kişiler, Şii olmayanları "şirk ehli" kabul ettikleri yetmiyormuş gibi, televizyon kanallarında Hz. Ebubekir (ra), Hz. Ömer (ra), Hz. Osman (ra) ve Hz Ayşe (ra) annemiz gibi Müslümanların büyük değer verdiği mümtaz şahsiyetlere ve mukaddesatlarına düzenli olarak hakaret etmekteler. Ali Hamaney, açıklamasında, Şirazi ve Habib gibi kişilerin İngiliz İstihbarat Örgütü MI6’in kontrolünde olduğunu ve mezhep savaşlarını körüklemekte kullanıldıklarını da ifade etmişti. Bunun üzerine İran yönetimi, Ocak 2015'te, uydudan yayın yapan 17 sözde Şii kanalının ofislerini Sünni ve Şii Müslümanlar arasında ihtilaf çıkardıkları gerekçesiyle kapattı. Ayrıca yine İran’da 4 Haziran 2016 tarihinde “İngiliz Şiiliği ile mücadele edilmelidir” şeklinde hutbe okundu.

Devamını Okumak için Tıklayınız







Türkiye Teröre Yenilmeyecek

31 Aralık 2016 günü Türkiye’nin gündeminde ana konu yeni yıl heyecanıydı. O gün milyonlarca sosyal medya hesabında 2016’da yaşanan terör ve şiddet olaylarının 2017’de yaşanmamasını dileyen mesajlar yayınlandı.







Fakat yeni yıl, yine terörle başlamıştı. Yeni yılın henüz ilk saati dolduğunda, İstanbul’un tanınmış bir gece kulübünde silahlı saldırı gerçekleştiği haberleri yayıldı. İstanbul’un merkezinde, makinalı tüfekli bir saldırgan gece kulübünün içine girmiş ve 7 dakika içinde 39 kişiyi katletmiş, 65 kişiyi de yaralamıştı.



Türkiye, tarihi boyunca terör olaylarına aşinadır. Son zamanlarda terör eylemlerinin artması ise, Türk insanı için beklenmedik bir durum değildir. Suriye’deki çatışma ortamı, terör örgütlerini çeşitli şekillerde beslemiş ve bu elbette Türk topraklarına da sirayet etmiştir. Bilindiği gibi çatışma ortamları, terör örgütlerinin yaşayacak ve gelişecek alan, güçlenecek imkan ve silah bulabilecekleri, kendilerine taraftar toplayabilecekleri başıbozuk ortamlardır. Dünyada çatışma ve iç savaşlar ne kadar fazla olursa, terör örgütlerinin sayısı ve eylemleri de o kadar çoğalacaktır. Çünkü şiddet daima şiddeti doğurur.



Dolayısıyla terör örgütlerinin derin devletler ve mafya yapılanmaları tarafından beslenmesini engellemek için yapılması gereken temel şeylerden biri, çatışan coğrafyalardaki ateşi dindirmektir. Bu, başta o ülkenin kendi halkları için gereken bir şeydir. Son dönemde Suriye’de gerçekleşen  ve ardından gerçekleşmesi umulan barış görüşmeleri bu konuda umut ışığı olmuştur.



Devamını Okumak için Tıklayınız